Muhafazakar Feminist Ahsen İpek: İnanç ve Hak Mücadelesi Bir Arada!
Gündem

Muhafazakar Feminist Ahsen İpek: İnanç ve Hak Mücadelesi Bir Arada!


27 May 20255 dk okuma9 görüntülenmeSon güncelleme: 13 June 2025

Ahsen İpek, muhafazakâr bir kadın olarak feminizmi inancı ve kültürüyle harmanlayarak, kadınların toplumsal temsili ve hak mücadelesinde dikkat çekici bir yolculuğa çıkıyor. İnançla çatışmadan özgürlüğü savunan İpek, kadınların sadece "mağdur" değil, aynı zamanda özne ve direnen bireyler olarak toplumda yer bulmasını savunuyor. Müslüman Feminist mücadelesini ve yolculuğunu cesurca anlatan Ahsen İpek'in hikayesi, pek çok kadına ilham kaynağı oluyor.

Feminizmle Tanışma ve Toplumsal Ayrımlar

26 yaşında bir öğretmen olan Ahsen İpek, kendisini muhafazakâr olarak tanımlıyor. Ancak bu kavramın kendisi için geleneksel değerleri korumaktan ziyade, bu değerleri eleştirel bir bakışla yorumlamak anlamına geldiğini düşünüyor. Liseli yıllarda feminizmle tanışan İpek, yaşadığı cinsiyet ayrımını küçük yaşlardan itibaren hissettiğini ve zaman zaman incinerek büyüdüğünü belirtiyor.

Okuyan, araştıran ve inancına bağlı bir aileden gelen Ahsen, çocukluktan itibaren edindiği dini bilgilerin bir temele dayanmadığını fark ediyor: “Din adı altında bize öğretilen bazı anlayışlar beni rahatsız ediyordu ama aynı zamanda bu rahatsızlığı dile getirmekten korkuyordum. Çünkü inancımla çeliştiğimi sanıyordum.”

"Gerçekten Kadın ve Erkek Farklı Fıtratlara mı Sahip?"

Muhafazakâr bir kadın olarak kadın-erkek eşitliği üzerine sıkça karşılaştığı antitezin “fıtratların farklı olduğu” söylemi olduğunu belirten Ahsen İpek, bu konuyu derinlemesine araştırmaya başlıyor. Araştırmaları sonucunda kadın ve erkek beyninin çalışma prensiplerinde farklılıklar olduğunu, fakat bu farklılıkların ciddi bir kadın erkek ayrımına sebep olmayacağı sonucuna varıyor. Konca Kuriş’in düşünceleriyle tanışması, Ahsen için bambaşka bir perspektif kazandırıyor.

Siyer derslerinde sürekli erkek sahabelerden söz edilmesiyle "Gerçekten İslam’ın gelişiminde kadın sahabelerin hiç mi yeri yok?" diye düşünmeye başlayan Ahsen, bu sorunun cevabını ararken Hz. Hatice ve Hz. Aişe validelerimizin ne kadar güçlü karakterlere sahip olduklarını yeniden fark ediyor. Aile içinde Hz. Peygamberle eşitlik temelli, saygıya dayalı bir iletişim kurduklarını ve kültürel olarak öğretilen pasif kadın profilinin aksine, sosyal hayatın pek çok alanında etkin olduklarını görüyor. Bu farkındalıkla birlikte, adını daha önce hiç duymadığı birçok kadın sahabeyle de tanışıyor ve onların hikâyeleri, dini daha derinlikli ve çok boyutlu anlamasını sağlıyor.

Muhafazakar Feminist Olmak ve Karşılaşılan Zorluklar

Ahsen, muhafazakâr feministliğin hem muhafazakâr çevreden “fazla özgürlükçü” hem de seküler çevreden “yetersiz feminist” olarak görüldüğünü söylüyor. Bu algılar, Ahsen için zorlayıcı bir nitelik taşıyor ve iki taraftan da bir aidiyet hissedememesine neden oluyor. Bir taraf seçme zorunluluğu, açıklama yapma mecburiyetinde hissetme, inanç ve hak mücadelesiyle sürekli bir ifade çabasında olmak da Ahsen için yıpratıcı bir durum haline gelmiş: “Kendimi bir yere ait hissedemediğim gibi olduğum halimle tam anlamıyla kabul de görmüyorum” diyor.

Ahsen, feminist mücadelesinde çoğunlukla aile içi rollerin dönüşümü ve kadının kamusal alandaki temsiliyeti üzerine yoğunlaşıyor. Toplumda kadına biçilen rollerin büyük bir kısmının aile içindeki sorumluluklar üzerinden tanımlandığını ve bu durumun kadının kendi potansiyelini gerçekleştirmesinin önünde görünmeyen ama güçlü bir engel oluşturduğunu belirtiyor. Oysa aile, kadın için yalnızca bir yük alanı değil; aynı zamanda hakkaniyetle inşa edildiğinde güçlendirici bir alan da olabilir. Eğitim alanında kadınların yalnızca katılımcı değil, karar verici pozisyonlara ulaşabilmeleri için daha fazla görünürlük ve temsil gerektiğine inanıyor. Kadınların eğitimin her kademesinde sadece öğrenci veya öğretmen olarak değil, politikaları belirleyen, sistemi dönüştüren bireyler olarak var olmaları gerektiğini savunuyor.

Kadına yönelik şiddetin hem toplumsal hem de hukuki düzlemde hâlâ yeterince görünür olmadığını belirten Ahsen, bu konudaki mücadelesinin şiddeti yalnızca fiziksel boyutuyla değil, ekonomik, psikolojik ve dijital şiddet gibi çok boyutlu hâlleriyle de ele almayı kapsadığını söylüyor. Şiddeti önlemenin yalnızca cezayla değil, zihniyet dönüşümüyle mümkün olacağına inanıyor.

"Feminizm Haklarımı Tanıma Sürecidir"

Ahsen, inanç ve feminizmin birbiriyle çelişmediğini, temellerinde adalet ve insanlık onurunu barındırdığını düşünüyor: “Bu iki alanı düşmanlaştırmak yerine, diyaloğa dönüştürmek gerekir. İnançlı bir kadın olarak feminist olmak, kendimi inkâr değil, tam aksine haklarımı tanıma sürecidir.”

Ahsen İpek, gelecekte muhafazakâr feminist kadınlar için kendi kimliğinden, inancından ve kültüründen ödün vermeyen; haklarını bilen ve sesini daima çıkartan bir nesil hayal ediyor. İnanç ve özgürlüğün, gelenek ve dönüşümün bir arada var olabileceğini bilen ve gerektiğinde kendi dünyasını kendi kuran kadınlar görmeyi umuyor: “Ben eleştirel ama yıkıcı olmayan, dönüştürücü ama köksüz olmayan bir feminist vizyonu savunuyorum. Kadınların, kendi dinî ve kültürel bağlamlarında var olabilen ama aynı zamanda evrensel hak ve özgürlük mücadelesinde yer bulabilen çok katmanlı bir bilince sahip olmalarını önemsiyorum. Yalnızca ‘mağdur’ değil, aynı zamanda özne; yalnızca ‘itaatkâr’ değil, gerektiğinde direnen kadınlar… Geleceğin muhafazakâr feminist kadınlarının, kendilerini sadece mevcut kalıpların içinde değil, inançla çatışmadan yeni bir toplumsal bilinç inşa edebilecek cesarette görmelerini diliyorum.”

Ahsen İpek'in hikayesi, inanç ve feminizmin bir arada var olabileceğine dair güçlü bir örnek teşkil ediyor. Kendi kimliğinden ve inancından ödün vermeden haklarını savunan kadınların sayısının artması, daha adil ve eşitlikçi bir toplumun inşası için büyük önem taşıyor.