Son günlerde yaşanan haksız gözaltılar ve adaletsizlikler karşısında yükselen tepkiler, muhalefetin dilini de sorgulamamızı gerektiriyor. Gözaltına alınan gençler için kullanılan "pırıl pırıl çocuklar" ifadesi, adaletin sadece belirli bir kesime mi ait olduğu sorusunu akla getiriyor. Peki, bir insanın haksızlığa uğramaması için "pırıl pırıl" olması mı gerekiyor? İşte bu soru, adalet kavramını daha derinlemesine düşünmemize yol açıyor.
"Pırıl Pırıl" İfadesinin Ardındaki Tehlike
"Pırıl pırıl" ifadesiyle ne kastediyoruz? Toplumun gözünde "başarılı" ve "kusursuz" olarak nitelendirilen bireyleri mi? Peki ya "sisteme ayak uyduramayan", "işsiz kalan" veya "öfkeli" olanlar? Onları savunmayacak mıyız? Bu dil, sadece masumiyet iddiası taşımakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal normları ve hiyerarşiyi de yeniden üretiyor. Gençleri "çocuk" olarak etiketlemek, onların politik özneliklerini ellerinden almak anlamına geliyor. Oysa onlar, ne yaptıklarını gayet iyi bilen ve bu yüzden cezalandırılan bireylerdir.
Başarı vurgusu da başka bir tuzak. "Ülkenin en iyi üniversitelerinde okuyorlar" diyerek ayrıcalıklı bir konuma yerleştirilen bu gençlerin, "başarısız" olmaları durumunda aynı savunmayı hak etmeyecekleri gibi bir algı yaratılıyor. Bu mantık, engellilik meselesinde karşımıza çıkan "sakat bedenin inşası" tartışmasını hatırlatıyor. Engelliler ancak çalışabiliyorlarsa kabul görüyor. Aynı şekilde, bu gençler de ancak "geleceğe katkı sağlayacak" bireyler oldukları ölçüde değerli bulunuyor.
Sağlamcılık ve Toplumsal Dışlanma
Engellilik kavramı, insanları "çalışabilir" ve "çalışamaz" olarak ayıran bir sistemin ürünüdür. Sanayi devriminden bu yana insanlar, bu kategorilere göre ayrılmış ve "çalışamayanlar" eksik görülmüştür. Bu durum, günümüzde de iş bulamayan, sisteme uyum sağlayamayan ve toplumun düzenine dahil olamayan herkesin maruz kaldığı ayrımcılığın temelini oluşturuyor.
Sağlamcılık, sadece fiziksel veya zihinsel farklılıkları dışlamakla kalmaz, aynı zamanda normun dışına çıkan, çalışamayan, üretime katılamayan ve "pırıl pırıl" olmayan herkesi marjinalleştirir. Bu nedenle, gözaltına alınan gençleri savunurken kullanılan dilin nereye yaslandığını iyi görmek gerekiyor. Eğer sadece "başarı hikayesi" olanları savunuyorsak, en baştan kaybetmişiz demektir. Çünkü bu, toplumun sadece "çalıştırılabilir" olanlara hak tanımasıyla aynı mantığın ürünüdür.
Adalet Herkes İçin Mi?
Mesele parlaklık değil, haklılık olmalıdır. Bir insanın hak ihlaline uğramaması için başarılı, masum, pırıl pırıl veya ülkeye faydalı olması gerekmez. Haksızlık haksızlıktır. İşkence işkencedir. Hukuksuzluk hukuksuzluktur. Sınıfı, kimliği, geçmişi, geleceği ne olursa olsun, bir insanın adalet talebi değerlidir.
Bu süreçte sadece sağlamcı ve hiyerarşik bir dil değil, cinsiyetçilik ve ırkçılık da kendini gösteriyor. Tutuklananlar savunulurken kullanılan cinsiyetçi küfürler, öfkenin erkeklik üzerinden kodlanması, "terörist değiliz" diyerek birilerinin aslında gerçekten "terörist" olduğunun ima edilmesi, iktidarın belirlediği dil çerçevesine boyun eğmek anlamına geliyor.
Şimdi yeniden soralım: Gerçekten ne için mücadele ediyoruz? Adalet herkes için mi, yoksa sadece "pırıl pırıl" olanlar için mi? Eğer herkes içinse, dili de buna göre kurmak zorundayız. Yoksa tam da karşı çıktığımızı düşündüğümüz sistemi güçlendiririz.
Sonuç olarak, adalet talebi evrenseldir ve herkesi kapsamalıdır. "Pırıl pırıl" olmayanları da savunmak, adaletin gerçek anlamını kavramak ve toplumsal eşitliği sağlamak için elzemdir. Aksi takdirde, sadece belirli bir kesimin haklarını savunarak adaletsizliği derinleştirmiş oluruz.