23 Nisan 2025 tarihinde saat 12.49’da Silivri açıklarında meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki deprem, İstanbul ve çevre illerde ciddi şekilde hissedildi. Şehir genelinde büyük bir yıkım yaşanmasa da bu tür depremlerin artık bir uyarı olarak görülmesi gerektiği açıktır. Deprem, başta yapı stoku olmak üzere birçok alanda eksiklerimizi bir kez daha göz önüne serdi. Uzmanların yıllardır dile getirdiği olasılıklar, artık somut titreşimlerle hayatımıza giriyor. Bu koşullarda, kentsel dönüşüm yalnızca bir imar politikası değil, bir zorunluluk olarak değerlendirilmelidir. Riskli yapıların tespit edilip güvenli hale getirilmesi, siyasi tartışmaların değil, teknik iş birliğinin konusu olmalıdır.
Kentsel Dönüşümde Zaman Kaybına Tahammül Yok!
Kentsel dönüşüm süreci, bugüne kadar farklı dönemlerde çeşitli sebeplerle yavaşladı veya kamuoyunda tartışma konusu haline geldi. Ancak gelinen noktada, zaman kaybına tahammül kalmamıştır. Bu süreç, merkezi idare ile yerel yönetimlerin birbirine karşı değil, birlikte çalışması gereken bir alandır. Belediyeler, vatandaşla doğrudan temas halinde olan kurumlar olarak sahada sürecin uygulayıcılarıdır. Hükümet ise yasa yapıcı ve kaynak sağlayıcı olarak dönüşümün ana destek mekanizmasıdır. Tarafların birbirini engellemesi değil, tamamlaması gerekmektedir. Bu iş birliği sağlanmadan, Türkiye’nin büyükşehirlerinde güvenli konut hedefi gerçekçi bir hedef olmaktan uzak kalacaktır.
Depremde Erken Uyarı Sistemlerinin Önemi
23 Nisan’daki depremle birlikte dikkat çeken bir diğer konu ise bazı telefonlara birkaç saniye öncesinde gelen deprem bildirimi oldu. Bu tür erken uyarı sistemleri, henüz başlangıç aşamasında olsa da gelişmeye açık ve kritik öneme sahip bir teknolojidir. Google’ın Android tabanlı sistemlerde kullandığı "Android Earthquake Alerts System" ve Apple’ın iOS cihazlara entegre ettiği "Earthquake Alerts" özelliği, cihazlardaki ivmeölçerler aracılığıyla sarsıntıyı tespit ediyor ve belirli bölgelerdeki kullanıcılara saniyeler öncesinden bildirim gönderiyor. Bu sistemlerin sunduğu zaman aralığı yalnızca birkaç saniye olabilir; ancak bu kısa süre bile panik anında doğru bir karar vermek için kritik öneme sahiptir. Aslında birkaç saniyenin sağlayabileceği fark, düşündüğümüzden büyüktür.
- Asansördeyseniz çıkabilirsiniz.
- Ocak açıksa kapatabilirsiniz.
- Çocuğunuzu bulunduğu noktadan güvenli bir alana çekebilirsiniz.
Bu, saniyelerin hayat kurtarabileceği anlamına gelir. Ancak teknolojinin tek başına yeterli olmadığı unutulmamalıdır. Bu sistemlerin etkili çalışabilmesi için hem cihazların bu özellikleri desteklemesi hem de kullanıcıların bu tür bildirimlerin anlamını ve nasıl tepki vermeleri gerektiğini bilmesi gerekir. Çünkü bilinçsizce verilen bir tepki, en az hazırlıksız olmak kadar tehlikeli sonuçlar doğurabilir.
Erken Uyarı Sistemleri ve Toplumsal Bilinçlendirme
Burada devlet kurumlarının, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının devreye girmesi gerekmektedir. Erken uyarı sistemlerinin sağlıklı çalışması için geniş çaplı bilgilendirme kampanyaları yapılmalı, okullarda ve iş yerlerinde bu sistemlerin nasıl çalıştığı anlatılmalı, vatandaşların olası bir bildirim karşısında ne yapması gerektiği açık şekilde öğretilmelidir. Ayrıca bu tür bildirim sistemlerinin daha geniş kapsama yayılması için altyapı desteği de önemlidir. Şu anda erken uyarı sistemleri büyük ölçüde küresel şirketlerin geliştirdiği yazılımlara bağlı olsa da yerli teknolojilerin bu alanda geliştirilebilmesi uzun vadede stratejik bir adımdır. En azından bildirimlerin kamu uyarı sistemleriyle entegre hale getirilmesi hem güvenliği artırır hem de bilgi kirliliğini önler.
Ezcümle, deprem ne zaman olacağı bilinmeyen ama mutlaka olacak bir gerçekliktir. Bu nedenle alınacak önlemlerin ertelenmesi, her geçen gün riskin büyümesine yol açmaktadır. Konu, siyaset üstü bir düzlemde ele alınmalı; belediyeler ve hükümet iş birliği içinde, uzun vadeli ve şeffaf bir planlama yapmalıdır. Aynı zamanda erken uyarı sistemleri gibi teknolojik çözümler desteklenmeli, kamuoyuna düzenli eğitimlerle aktarılmalıdır. Afetleri önlemek mümkün değil, ancak zararı azaltmak mümkündür. Bunun için bilimsel veriye, kurumsal iş birliğine ve toplumsal duyarlılığa ihtiyaç vardır.